Peygamberlerin İsimleri ve Dilimizdeki Saygı Yanılgısı

Günlük hayatımızda, birçok tarihi figüre ya da dini şahsiyete “hazret” unvanını ekleyerek saygımızı ifade etmeye çalışırız. “Hz. Muhammed”, “Hz. Musa”, “Hz. İsa”, “Hz. Osman”, “Hz. Bektaşi”, “Hz. Rabbani” gibi kullanım kalıpları, neredeyse dilimizin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Ancak biraz dikkatlice bakıldığında, bu alışkanlığın ne Kur’an’ın öğretisiyle ne de Allah’ın gösterdiği hitap biçimiyle tam olarak örtüşmediği açıkça görülebilir.

Hazret” kelimesi Arapça kökenlidir ve “huzurunda bulunulan yüce makam” anlamı taşır. Ancak Kur’an’ın kendisinde, hiçbir peygambere —ne Musa’ya, ne İbrahim’e, ne İsa’ya, ne de Muhammed’e— “hazret” gibi bir unvan verilmez. Tanrı’nın dili doğrudan ve nettir: isimler yalın hâlde kullanılır. Görev ve sorumluluk öne çıkarılır, şahısların aşırı yüceltilmesi ise dikkatlice engellenir.

Öyle ki, Kur’an’da Allah Musa’ya seslenirken doğrudan “Ey Musa!” der. İbrahim’e de öyle. Meryem’e, Nuh’a da. Ancak dikkat çekici bir ayrıntı var: Kur’an’da hiçbir zaman “Ey Muhammed!” hitabına rastlanmaz. Lâkin birçok Kur’an çevirisinde bu hitaba çokca rastlanır. Muhammed’e doğrudan değil, “Ey Peygamber!”, “Ey Elçi!” gibi görev merkezli ifadelerle seslenilir. Bu fark, elçiliğin şahıstan daha önemli olduğunun açık bir göstergesidir.

Allah Kur’an’da, Bakara Suresi 2:136’da açıkça şöyle bildirir:

Siz şöyle söyleyin: “Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene, Sahipleri (Rableri) tarafından Nebîlere ne verilmişse hepsine inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.”

“Biz, peygamberler arasında ayrım yapmayız.”

Bu ilke bizim için çok önemli olmalıdır. Tanrı katında her peygamberin sorumluluğu ve misyonu farklı olabilir; ancak bizim görevimiz onların hepsine eşit derecede iman ve hitap etmektir. Herhangi bir peygamberi diğerinden üstün görmek veya yüceltmek, Kur’an’ın belirttiği inanç dengesini bozar.

Bu noktada “hazret” gibi unvanların kullanımında da bir tutarlılık gereklidir.
Eğer “Hazret” unvanını kullanıyorsak, bunu sadece peygamberler için kullanmalıyız.
Başka insanlara —örneğin Bediüzzaman, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana gibi şahsiyetlere— “hazret” unvanı veriyorsak, o zaman peygamberlere aynı seviyede bir hitap yapmamalıyız.
Kısacası:

Ya sadece peygamberler için “Hazret” kullanılmalı,

Ya da hiç kimse için kullanılmamalı.

Çünkü hitaplarda adalet ve tutarlılık da bir iman göstergesidir.

Bugün ayrıca başka bir sorunla daha karşı karşıyayız:
İnsanlar çocuklarına “Musa”, “İbrahim”, “Muhammed” gibi peygamber isimlerini verdikleri için bu kutsal isimler günlük hayatın sıradanlığına karıştı. Sokakta “Ey Musa!” diye seslendiğinizde bir çocuğa hitap etmiş oluyorsunuz, peygambere değil. Oysa bu isimler sadece peygamberlere mahsus kalsaydı, her anıldığında zihin doğrudan o büyük misyonu hatırlayacaktı.

Kur’an bunu çok farklı bir şekilde koruyor:
Özellikle İsa peygamberden bahsederken onu her zaman “Meryem’in oğlu İsa” diye anıyor.
Bunun amacı hem İsa’nın doğum mucizesini vurgulamak hem de ilahlaştırılmasını önlemektir.
İsa bir kadının oğludur; ilah değil, bir peygamberdir. Kur’an dili bunu her seferinde bilinçli olarak hatırlatır.

Bugün doğru bir dil kullanmak istiyorsak, Kur’an’ın sunduğu hitap modelini benimsememiz gerekiyor. İşte birkaç öneri:

 

Geleneksel Hitap Kur’an’a Uygun Hitap
Hz. Musa Elçi Musa
Hz. İbrahim İbrahim, Allah’a yönelen
Hz. Muhammed Elçi Muhammed
Hz. İsa Meryem’in oğlu İsa

Bu yaklaşım hem Kur’an’ın ruhuna sadıktır, hem de iman ettiğimiz peygamberlere gösterdiğimiz saygıyı ölçülü ve doğru bir temele oturtur.

Sonuç olarak, onları anarken Kur’an’ın öğrettiği dengeyi korumalıyız:
Ne sıradanlaştırarak, ne de kutsallaştırarak.
İbrahim, Musa, İsa, Muhammed — Allah’ın elçileri.

Ne az, ne fazla.

Çok keskin bir uyarı:
Beni, Nasrânîlerin Meryem oğlu İsa’yı aşırı yücelttikleri gibi yüceltmeyin. Ben sadece bir kulum. O hâlde bana ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin.
(Buhârî, Enbiyâ, 48)

 

1. Buhârî, Enbiyâ, 48
Beni, Nasrânîlerin Meryem oğlu İsa’yı aşırı yücelttikleri gibi yüceltmeyin. Ben ancak bir kulum. Öyleyse bana ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin.

2. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/23
Sakın ha, beni aşırı yüceltmeyin; Nasrânîlerin İsa b. Meryem hakkında yaptıkları gibi. Ben sadece bir kulum. O hâlde ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin.
Burada “eyyakum ve’l-ghulûv fiyya” (benim hakkımda aşırılığa kaçmaktan sakının) ifadesi var. “İtrâ” (aşırı övgü) yerine “ghulûv” (aşırılık, taşkınlık) geçiyor.

Nesâî, Sunen, Es-Sünenü’l-Kübrâ, 6/489
Beni aşırı övmeyin, sadece ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin.

Comments are closed.